İslam yazı sanatını zirveye taşıyan hattat olarak tanımlanan Şeyh HamdullahAmasya’da doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte tarihçiler 1426-1429 olabileceğini kaydetmekte. Hamdullah Çelebi, dini ilimleri ve edebi bilgileri devrinin meşhur alimi Şehzade II. Bayezid ve Ahmed’in hocası Hatip Kasım Efendi’den tahsil etmiş, ileri seviyede Arapça öğrenmiş.İlk hat hocası Sufi Yahya Çelebi-zade Ali Çelebi olmuştur. Onun Fatih Sultan Mehmet’e katip olması üzerine Amasya’da Hayrettin Halil Çelebi hocalığında yazı eğitimini tamamlamış. Şeyh Hamdullah asıl gelişmesini Yakut Musat’sımi ve Abdullah Sayrafi’nin yazıları üzerinde yaptığı uzun çalışmalar sonucunda elde etmiş. Şeyh Hamdullah yazdığı yazı ve kendine has üslûbu ile “ Kıbletül Küttab ” diye anılmıştır. Yazı onun elinde o derece gelişip güzelleşmiştir ki zamanındaki ve daha sonraki hattatlar ona benzemeye çalışmışlarsa da sanatına yaklaşabilen çok az olmuştur. II. Bayezid, şehzadeliği ve Amasya valiliği sırasında Şeyh Hamdullah ile yakından ilgilenmiş, hatta Hamdullah’ın yazı hokkasını kendi elinde tutarak üstada hizmette bulunmuş. Davetlerde de en yakınında oturtmuş, diğer misafirlerden ayrı tutmuş.
II. Bayezid Hamdullah'ı İstanbul'a Davet Ediyor
1481'de Fatih Sultan Mehmed Han’ın vefatı üzerine tahta davet edilen Şehzade Bayezid, Amasya’dan ayrılırken hocası Şeyh Hamdullah’ı İstanbul’a davet etmiş. Bayezid Han’ın saltanat tahtına çıkmasından bir süre sonra Hamdullah İstanbul’a gitmiş, Amasya’da iken arkadaşlık yaptığı Hattat Abdullah ve Hattat Cemaleddin Amasi’nin evine misafir olmuş. Hocasının İstanbul’a geldiğini işiten Sultan Bayezid Şeyh’e olan muhabbetinden, ona yakın olmak ve sohbetinde bulunmak için sarayın harem dairesi civarında oda tahsis etmiştir. Daha sonra Şeyh Hamdullah, saraya katip ve saray hüddamlığına muallim tâyin edilmiş.
Hamdullah'ın Okçuluğu
Hattatların piri Şeyh Hamdullah, “Şeyh” unvânını ok atıcılığından almış. Ok ve yay yapmakta meşhur olan Şeyh Hamdullah iyi bir ok atıcısı olduğunu, 1100 adımlık atışıyla göstermiş. Pehlivanlar arasında ok atış rekoru kırarak menzil sahibi üstat olmuş.Bu başarıları sebebiyle Padişah II. Bayezid tarafından Mahmud ve Hamza Dede’den sonra Ok Meydanı Atıcılar Tekkesi Şeyhliği’ne tayin edilmiş. Şeyh Hamdullah aynı zamanda iyi bir terzidir. Diktiği kaftanların dikiş yerlerini bulmakta zorlukta çekilirmiş. II. Bayezid’in şehzadeliği sırasında Şeyh Hamdullah kendi elleri ile diktiği ve hediye olarak verdiği kaftanda dikiş yerleri gizlenmiş.
Son Yılları ve Ölümü
II. Bayezid’in vefatından sonra oğlu Sultan Selim zamanında sekiz yıl tamamen inzivaya çekilmiş. Hem talebe yetiştirmiş, hem de manevi terbiyesine girmiş müritlerini irşat ederek günlerini geçirmiş. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın tahta çıkması ile tekrar padişahın teveccühüne mazhar olmuş. 1526 yılında İstanbul’da vefat eden Şeyh Hamidullah’ın mezarı Karacaahmet’tedir.
Eserleri
Şeyh Hamdullah doksanı aşan yaşı ile hayata veda ettiği zaman, geride 30 Mushâf-ı Şerif, 50 En’am-ı Şerif ve cüz, 121 mûrakka ve kıt’a 8 ilmi eser, 6 dua mecmuası bırakmıştır. İlim ve sanat dünyamıza bilhassa altı nevi yazıda eserler vermiştir. 47 adet Mushaf-ı Şerif, Meşarik ve Mesahib-i Şerif, bine ulaşan Enam, Kehf, Nebe sureleri, tomar kıt’a ve murakka yazmıştır. Mimaride tezyini bir unsur olan celi yazılarla pek az meşgul olmakla beraber bilinen celi yazıları İstanbul’un Firûz Ağa Camii, Davut Paşa Camii, Bayezid Camii kitabeleri ile Edirne Bayezid Camii kitabeleri onun eseridir.
Şeyh Hamdullah Hakkında Daha Çok Ayrıntı
Orta Asya steplerinden kopup gelen bu millet, İslam dininin âlemşümûl prensipleriyle kucaklaşınca, ortaya madde ve mana planında kabına sığmaz muhteşem bir cemiyet çıkmış ve bu cemiyet, kadim kültürünün köklü sanatlarını İslam medeniyeti dairesinde şekillendirerek yepyeni bir senteze ulaştırmıştır. Bu ateşin ruhla canlanan Türk coğrafyası, nesiller boyu yaşayıp günümüze kadar ulaşan kümbetler, camiler, medreseler, darüşşifalar, kervansaraylar gibi binlerce şaheserle müstakbel Osmanlı medeniyetinin hazırlayıcısı olmuşlardır.
Osmanlı’nın şanlı ceddi Selçuklular, bir taraftan gaza ruhuyla şahlanarak Anadolu coğrafyasına huzur ve sükûn getirirken, bir taraftan da ibda’ hamleleriyle, ince zevk ve imanlarını madde platformunda şekillendirerek, bütün güzel sanatları İlahi iradeye tabi kılıp ulvileştirmişlerdir.
Selçuklu mirası üzerine oturan “Osmanlı Mucizesi”, bilhassa Murat Han oğlu Muhammed Fatih devrinde idari, askeri ve siyasi sahalarda olduğu gibi, edebiyat, musiki, mimari, tezhib, hat gibi güzel sanatlarda da kemal derecesine yaklaşmış ve böylece maziden süzülüp gelen Türk sanatı, devir devir imbikten süzülerek en güzel ahenk ve ölçüyü Osmanlı sanatında bulmuştur.
Birçoklarına göre bütün sanatların efendisi mevkiine çıkarılan hat sanatı da Osmanlı’nın bu birikmiş sanat ve iman heyecanının patlaması olan teceddüt (yenilik) ve ibda’ hareketinden elbette ki fazlasıyla nasibini almıştır.
İslamiyet’in zuhurundan sonra yalnız okuma ve yazma vasıtası olarak kullanılan hat, birçok Emevi ve Abbasi hattatından sonra bilhassa İbni Mukle (X.asır) ve İbni Bevvab (XI.asır)’ın eliyle sanat haline gelir. Ardından Abbasi halifesi Musta’sım-Billah’ın kölesi, Amasyalı bir Türk olan Yakut ( ?-1298), “aklâm-ı sitte” (Altı yazı) adı verilen sülüs, nesih, muhakkak, reyhani, tevki ve rika’ gibi hat nevilerini bütün kaideleriyle tamamlayıp yazmayı başarır. Onu da Esatize-i Seb’a (Yedi üstadlar) adıyla Yakut’un talebeleri takip eder.
Aradan geçen bir asırlık bir bekleyiş ve sessizlik- ten sonra, Fatih devri hattatlarından Edirneli Yahya Son, aklâm-ı sittede, celi ve abidevi yazılara yepyeni bir şive ve üslup kazandınr.
Ve zaman diliminin XIV.asrın sonlarını gösterdiği günlerin birinde Osmanlı idaresine geçen Amasya, bir ilim ve sanat merkezi haline gelerek birçok Buharalı Türk’ün hicret yeri olur. Bu muhacirler arasında “Sühreverdi” tarikatına mensub olan ve Mustafa Dede namıyla âlim ve kâmil bir şeyh de vardır.
Bu zat, Efendimiz’in (say) “Evleniniz, çoğalınız...” tavsiyesine şahsı için uyma zamanının geldiğine kanaat getirdiği günlerin birinde, Amasya’da dolaşırken karşısına çıkan erbab-ı mükaşefeden (keşf ehlinden) bir veli: “Ey Dede, senin evleneceğin filan mahallede oturan bir fakirenin kızıdır. Ondan başkası değildir. Hemen onu al, sakın tereddüt etme” diyerek manevi işaret vermesi üzerine Mustafa Dede bu yetim kızla evlenir. Aradan az bir zaman geçmiştir ki Mustafa Dede, bu Allah dostunu tekrar görür ve bu tavsiyesinin hikmetini sorar. Bunun üzerine pir-i münir (nurlu pir) ellerini kaldırarak: “Madem ki sen tavsiyemi tutup o saliha fakirenin yetimesini aldın. Allah sana ondan öyle bir veled-i salih (hayırlı evlat) versin ki kemalatı, irfanı ve güzelliği her yerde bilinip söylensin. Namı kıyamete dek kalsın ve ismi de HAMDULLAH olsun.” diye dua buyurur.
Bu mana erinin hayır duasından bir müddet sonra, geleceğin “Kutbü’l-Küttap”ı olacak hat dehası Şeyh Hamdullah, Amasya’da dünyaya gözlerini açar.
Hamdullah’ın içinde bulunduğu çağ, Osmanlı Devleti’nin idari, siyasi ve iktisadi istikrar kazandığı, bütün vatan coğrafyasında ilim ve sanatta rönesans hareketlerinin başladığı mesut bir çağdır.
Böyle her yönüyle dört- başı mamur bir cemiyetin içinde hayata gözlerini açan genç dahi, mükemmel bir tahsil gördükten sonra babası Şeyh Mustafa Dede’nin manevi terbiyesinde de seyr-i sülükunu tamamlayıp hilafet alır.
Zamanla yazıya karşı alaka duyunca, devrin hat üstadı Maraşlı Hayreddin’den ders alarak icazet alır. Asıl tekâmülünü ise Yakut ve Abdullah-ı Sayrafi’nin yazıları üstünde yaptığı uzun mesailer neticesinde elde eder.
Usta-çırak ilişkisi içinde yıllarca sabırla çalışıp, kazandığı maharetleri sanata dökerek cemiyete intikal ettiren Şeyh Hamdullah’ın etrafında kısa zamanda sanat âşıklarından bir halka oluşur. O sırada Amasya sancağında vali olarak bulunan şehzade Bayezid de, Şeyh’in bu feyizli halkasının müdavimi olur. Beste yapabilecek kadar musikiye ve şiire meraklı olan İkinci Bayezid, Şeyh’den de hat meşk ederek mezun olur ve böylece aralarında manevi bir bağ oluşur.
Nihayet 1481’de, çağ açıp çağ kapayan büyük Fatih’in aniden ölümü üzerine padişah olan Bayezid, Şeyh’e olan muhabbetinden, ona yakın olup sohbetinde bulunmak için sarayın harem dairesi civarında Kelam-ı Kadim yazması için kendisine bir meşkhane tesis eder. Böylece Şeyh’in, “saray kâtibi” ve “yazı muallimi” olarak hat ile istediği şekilde uğraşmasını sağlar. Koca Osmanlı Sultanı 11.Bayezid’in hocasına hürmet ve sevgisi o derecededir ki yazarken onun hokkasını tutar ve rahat etsin diye sırtını yastıkla besler. Şeyh gibi bir sanat dehasının ibda gücünü harekete geçirip bedii şaheserler meydana getirmesinde, belki de Bayezid Han’ın ilme ve sanata gösterdiği bu büyük alakanın tesiri vardır. Yine bu ilim ve sanat sohbetlerinin yapıldığı günün birinde Bayezid Han, Hazine-i Hümayun’dan yedi adet enfes Yakut yazısı çıkarıp: “Bu tarzdan gayri bir vâdi ihtira olunsa idi iyi olurdu” şeklinde Şeyh’e tavsiyede bulunup, bu istikamette çalışmaya teşvik eder.
O güne kadar “aklâm-ı sitte” denilen altı cins yazıda daima Yakutü’l-Musta’sımi’nin geliştirdiği şive makbul sayılmaktadır. Tabiatıyla Şeyh Hamdullah da bu vadide yazmaktadır.
Şimdi ise Şeyh, Sultan Bayezid-i Veli’nin isteğiyle büyük bir yükün altına girmiştir. Hat sanatında ise ekseriya büyük teceddütler, beşeri gayret ve dehanın yanında İlahi himmetle meydana gelmiştir. Şeyhimizin maharetini ortaya koymak için manevi kaynaktan ilham esintilerine ihtiyacı vardır. Yani, “Kemal-i Yed’i” denilen elin güç ve kemali için manevi bir müdahale gerekmektedir. Bunun için de bu işin çilesini çekmek lazımdır. Ve bu düşüncelerle Şeyh Hamdullah ‘Erbain’e* girer ve birkaç erbain çıkarır.
Ve büyük sanatkâr, Yakut’un eserlerini estetik kıymetlendirmeye tabi tutup bunlara kendi sanat zevkini ve şivesini katmak suretiyle yepyeni, orijinal bir tarz ortaya çıkarma yolunda çile çeker. Bu son derece muzdarip anında Hızır aleybisselam gelip, kendisine yazı taliminde bulunup teselli verir. Ve Şeyh kısa zaman sonra hayalinde yaşattığı yazı tarzını böyle bir himmetle, Cenab-ı Hakk’ın hediyesi olarak elde eder.
Böylece tahminen 1485 yılında yeni bir çığır olarak ortaya çıkan “Şeyh Hamdullah Üslubu” ile Osmanlı hat sanatında Yakut devri kapanır. Öyle ki hakkında:
“Şeyhoğlu Hamdi hattı tâ kim buldu zuhur, Âlemde bu muhakkak, nesh oldu hatt-ı Yakut”
beyti söylenir. Yani “Şeyh Hamdullah hattı ortaya çıkınca Yakut yazısının hükmünün kalmadığı muhakkaktır.” (Bu beyitte ustalıkla kullanılan “muhakkak” ve “nesih”, aynı zamanda iki hat türünün de ismidir.)
Ekrem Hakkı Ayverdi, Şeyh Hamdullah ile ilgili mütalaasında: “Şeyh hattında görülen ince hususiyetler ve sanat vadisine verdiği büyük ve şahane ahenkten başka, teknik safhada kalem-i münharıf, yani eğri keserek o devre kadar yeknesak olan yazı kalınlıklarını, harf ve kelimelerin ufkî (yatay) ve şakulî (dikey) kısımları ile baş ve sonlarında çeşnili bir kalınlık ve hareket verdiğini” söyler. Bu usul, beş asır Osmanlı yazısını, bütün İslam âleminin yazılarından ayıran mümeyyiz bir vasıf olarak kalmıştır.
Eserlerinde imzasını “İbnü’ş-Şeyh” (Şeyhoğlu) olarak atan bu mütevazi insan, sanat hayatını, 47 adet Kur’an-ı Kerim, En’am-ı Şerif, Kur’an cüzleri, dua mecmuaları, kıt’a ve murakkalar ve meşk mecmuaları ile süsleyerek eserleriyle ve yetiştirdiği talebelerle ebedileşir.
Yetiştirdiği talebelerin adedi bilinmemektedir. Bir asır içinde ‘Hüsn-ü hat’ ile uğraşan “Şeyh ailesi” nden yetişmiş 12 meşhur hattat tespit edilebilmiştir ki sanat tarihinde bir ikincisi bulunmamaktadır.
Şeyh Hamdullah’tan sonra yetişenler, hep onun gibi yazma gayretiyle hareket etmişlerdir. O kadar ki meşhur hattatların başarısı “Şeyh gibi yazdı” veya “Şeyh-i sani” (ikinci şeyh) sözleriyle anlatılır olmuştur. Ve bu hal 150 yılı aşkın bir zaman devam eder.
Şeyh Hamdullah ayrıca çok yönlü biridir. Hattatlığının yanında kemankeşliği (okçuluğu) de çok meşhurdur. 1505 yılında 1105.5 gez (729 metre) lik uzun mesafe atışıyla rekor kırması üzerine Ok meydanı’na rekorunu belgeleyen bir menzil taşı dikilir. Bu taşta: “el-menzil Hamdullah İbni’ş-Şeyh Reisü’l Hattatin, Şeyhü’r-Ramiyan” (Hattatların reisi ve okçuların şeyhinin menzili) yazmaktadır. Ve Sultan Bayezid, bu madde ve manada zirveleşen sanatkârın, kemankeşliğini de öğrenince onu “Okçular Tekkesi Şeyhliği” ne tayin eder.
Şeyh, ayrıca yüzücülükte Üsküdar’dan Sarayburnu’na geçebilecek kadar da mahirdir. Maddi ve manevi arzular arasında dengeyi çok iyi sağlamış bulunan şeyhimiz bazen deruni bir iştiyakla günlerce uzlete çekilip ibadetle mütelezziz olmaktadır. Hele İkinci Bayezid’in vefatından sonra tamamen inzivaya çekilip dünyadan iyice el etek çekmiştir. Bu hat dâhisinin ihtiyarlığında başı titremesine rağmen mübarek eli titrememekte ve gençliğinde yazdığı gibi metin ve güzel yazmaktadır. Seksen yaşında yazdığı Kur’an-ı Kerim’in ketebesinde: “Sultan Bayezid’in kâtibi olan hattat, saçları ağardığı ve yaşı seksene baliğ olduğu halde bunu nasıl yazar, insaf ve iman ile nazar et.” denmektedir.
1520 yılının Aralık ayında dünyadan ahiret yurduna sırlanan “Kıbletü’l Küttab” (yazıcıların kıblesi), Üsküdar-Karacaahmet civarında “Şeyh Sofası” diye maruf kabristana defnolunur.
Şeyh’in tesiri o kadar büyük olmuştur ki bir kısım hattatlar, vefatlarında onun civarına defnolunmayı şeref saymışlardır. Yazıya yeni başlayanlar da bu büyük hat dâhisinin kabrinin başına giderek dua eder ve manevi feyz umarlardı. İlim ve sanat dünyamıza, bilhassa altı nevi yazıda nadide eserler vererek çizgiyi şiirleştiren Şeyh Hamdullah’ı aradan beş asır geçmesine rağmen hayırla ve hayranlıkla yad ediyoruz. Biz, bu hat dâhisinin şahsında “Osmanlı Mucizesi”nin zuhura geliş heyecanını hissediyor ve milletimizin seciyesini, azamet, vekâr ve canlılığını, sükûnetini, iman ve irfanını en bariz bir şekilde bu İslam yazılarında tecelli edişini müşahede ediyoruz. Niyazımız odur ki; sadece İslam yazısına has olan, hem okunup ibret alınan hem de mücerret (abstre) bir resim tablosu gibi duvara asılıp tefekkür edilen ve modern resmin öncülerinden Picasso’ya: “Benim resimde varmak istediğim son noktayı İslam yazısı çoktan bulmuş.”19 dedirten bu sanatımızı, yeniden aslına uygun bir şekilde ihya edip geliştirelim ve bu hat dâhisini aşan, kalbi ve kalemi Rabb’le rabıtalı yeni gerçek sanatkârlar yetiştirerek büyük Şeyh’in ruhunu şad edelim.